napoleon bonaparte için arşiv

Tarihte Akıl

Posted in Felsefe, Kültür, Tarih with tags , , , , , , , , , , , , , , , , on Ağustos 5, 2012 by aetiusflavius

Georg Wilhelm Friedrich Hegel 27 Ağustos 1770 – 14 Kasım 1831 yılları arasında yaşamış olan Alman idealist filozoftur. Düşünceleri Karl Marx’tan Soren Kierkegaard’a Jean-Paul Sartre’dan Martin Heidegger’e kadar pek çok farklı düşünürü etkilemiştir. Felsefede tarih ve yapının önemli olduğunu ileri süren Hegel diyalektik mantık sistemini oluşturdu.

Hegel Tarih Felsefesi’nde sistemini analiz ederken tezini şu şekilde öne sürer: Hegel’e göre tarih yapısı itibariyle pek çok olaydan oluştuğu için ve bu olaylar birebir aynı olamayacağı ancak ve ancak birbirine benzer olaylar olacağı için tarih felsefesinde olaylar parça parça ele alınmamalı; tarihin geneline bakılmalıdır. Bu durumda biri doğa, diğeri ise tarih/kültür felsefesi olmak üzere kendi içinde bütünlüklü iki parça oluşur. Öte yandan Hegel bu iki parçanın farkının yalnızca epistemolojik olduğunu, ontolojik açıdan bir farkı olmadığını ileri sürer.

Hegel’e göre üç çeşit tarih yazımı vardı ve bunlar sırasıyla:

Kökensel Tarih
Düşünsel Tarih
Felsefi Tarih

şeklindedir.

Kökensel Tarih: Herodotus gibi yazarların yaşadıkları dönemde yazmış oldukları eserlerdir. Tarih yazarları olaylar ile aynı tini paylaştıklarından mütevellit dışsal olanı içsel tasarım hâline getirirler.

Düşünsel Tarih: Tarihin yazıldığı zaman ile olayların yaşandığı zamanlar aynı değildir. Bu sebepten ötürü kendi içinde farklı kollara ayrılır.

Herhangi bir zamanda herhangi bir ulus, ülke, dünya veya başka bir şey hakkındaki görüştür. Bu yazım çeşidinde önemli olan yazarın tini ile yazdığı zamanın tinidir. Bu durumda da yazar ele aldığı konuyu kendi mantığı çerçevesinde neden sonuç ilişkisi kurarak yazacaktır.

  • Pragmatik Tarih olarak adlandırılır. Buna göre geçmişi ele alırken benzer olaylar çekip çıkartılır ve bu duruma göre ele alınan zaman aynı zamanda ‘şimdi’dir.
  • Eleştirel Tarih’tir. Bu konuda herhangi bir tarihin bir tarihi verilir ve karşı taraftan bu konu yargılanır; gerçekliği ve inandırıcılığı sorgulanır.
  • Din Tarihi, Sanat Tarihi, Hukuk Tarihi gibi çeşitli kavramların tarihidir. Bu yapı parçacıkları bir araya gelerek bir ulusun tarihinin tamamını oluşturur.

Düşünsel Tarih, tarih bilimine evrensel bakış açısı ile yaklaştığı için üçüncü bir çeşit olan Felsefi Dünya Tarihi’ni işaret eder. Çünkü tin dünyada gerçekleşen olaylara neden olduğu için ve bu olaylar Düşünsel Tarih’in incelediği olaylar olduğu için bahsi geçen olaylar sadece dışsal izlenimler değil; aynı zamanda bireyi tini kavramaya götüren idelerdir.

İlk iki tarih yazım çeşidi kavramsal olarak Hegel’e göre belirlenmiş yazım çeşitleriydi. Felsefi Dünya Tarihi’nde ise tarih sadece felsefi düşüncelere göre bölünmüyor; tam aksine tarih düşünceye, dolayısıyla tine, dayalı bir şekilde irdeleniyordu.

Hegel Tarih Felsefesi’ni şu şekilde tanımlamıştır:”Tarihe düşünerek bakmaktan başka bir şey değil.” Hegel tarihin insan kaynaklı olduğunu; insanın düşünen bir varlık olduğunu ve tarih insan kaynaklı olduğu için, dolayısıyla düşünce kaynaklı olduğu için tarihin düşünceye dayalı olduğunu savunmuştur. Aslında demek istediğini kendisi şu şekilde açıklıyor: “Ne akılsa ise o gerçektir./Ve ne gerçek ise o akılsaldır.”

Hegel Tarihte Akıl(die Vernunft in der Geschichte) isimli eserinde akılsal olanı nous olarak tanımlıyor. Bu akılsal madde yeri geldiğinde tin, yeri geldiğinde töz, yeri geldiğinde ide olan madde; Hegel’e göre ilk olarak Anaxagoras isimli Yunan filozofun biraz da yüzeysel olarak bahsettiği ve adına nous dediği düşüncedir. Hegel’e göre nous her şeydi ve her şey noustu. Misalen Tanrı’da noustu, bu durumu da Hegel şöyle açıklıyor:” … Çünkü inandığım şeyi biliyorumdur, kuşkum yoktur ondan. Bilmek, bir şeyi bilincinin karşısına nesne olarak koymak, bundan da kuşku duymamak demektir, fakat inanmanın bundan ayrı bir yanı yok.” Bu durumda da akıl dünyayı yönetir. Yine de Hegel bu aklı Skolastik Dönem düşünürleri gibi İncil’e dayanarak kanıtlama yoluna girmez. Çünkü Hegel’e göre dogma olarak kabul edilen bir şeyin kanıtlanma şartı yoktur.

Burada aklın önemi ise onu kavramaktır. Akılın ölçütü dönemin tinine göre değişeceği için aklı kendi belirlenimine uygun olarak kavramak gerekir. Bu durumu Hegel ‘Tin’in Tarihte Gerçekleşmesi’ olarak belirtir.

Hegel’e göre dünya fiziksel ve ruhsal olmak üzere iki parçadan oluşmaktaydı. Fiziksel dünya, tarihi de içine alan dünyaydı. Hegel’e göre bu bağlamda Dünya Tarihi tinsel zeminde ilerler. Tin ve tinin özü ise tözseldir. Ruhun karşıtı ise madde idi. Madde çekimsel iken, ruh karşıt olduğu için özgür idi. Madde kendi dışında kabuğundan dolayı farklı bir öze sahiptir. Özgür olan ruh ise özgürlüğü doğasında barındırır ve bu özgürlük onun varoluş sebebidir. Bu sebepten dolayı ruhun özü özgürlüktür.

Tinin kendini gerçekleştirirken kullandığı araçlar arasında özgürlük, tutkular ve yasalar vardır. Böylelikle tarih insanların tutkularından, davranışlarından, gereksinimlerinden, ulaşmak için çabaladıkları hedeflerden, yetenekleri ve seçimlerinden doğan davranışları gösteren bir bilim hüviyetindedir. İnsanlar ise genel olarak daha iyi diye tanımlanan ereklere yönelirler; dürüstlük, dostluk, yurtseverlik vs gibi. Bu özneler akılsal olan tin ile gerçekleşir, yani tin her zaman daha iyiye, daha güzele ve daha gelişmişe yönelir. Daha güzel ve gelişmiş daha özgür olduğu için Hegel’e göre Dünya Tarihi özgürlük bilinçliliğinden başka bir şey değildir.

Öte yandan, Hegel tinin özünü tözsel olarak belirttiği ve bu tözsel gelişim sürekli olarak ilerleme ve gelişme ile ilgili olacağı için kendi içinde çelişkileri vardır. Misal olarak Roma Felsefesi Yunan Felsefesi kaynaklıdır ve Roma İmparatorluğu Yunanistan topraklarını ele geçirdiği zaman Yunan Felsefesi’nden aşırı derecede etkilenmiştir. İşte bu sebepten ötürü Hegel tinin özünü özgürlüğe bağlamıştır. Bu durumu ise şu şekilde açıklamıştır:” İlkin Yunan’da özgürlüğün bilinci doğmuştur ve bu yüzden de Yunanlar özgür olmuşlardır; ama onlar da Romalılar gibi, kendisiyle tanımlanan insanın değil, yalnızca bazı kişilerin özgür olduğunu kabul ediyorlardı. İnsanın insan olarak özgür olduğunu Platon da, Aristoteles de bilmediler; bu yüzden de Yunanlar salt kölelere sahip olma yüzünden, yaşamaları ve güzelim özgürlükleri de bu noktada sınırlanmış olmakla kalmadı, ama aynı zamanda özgürlükleri, kısmen rastlantısal, bakımsız, solmaya mahkum, yetersiz bir çiçek, kısmen de insanın insana zorlu bir köleliği oldu.”

Tarihte aklın gerçekleşmesi için ise tarih sahnesi fiziki dünyada yer aldığı için tinin parçası hâline gelir ve tini oluşturur. Tinin oluşması kendinin karşıtını veya karşıt olabilecek varlık ile özdeşleşmesinden gelir. Böylece tin dışa dönüşür. Ardından tarihte gerçekleşecek olan önemli olayların içinde bulunacak olan kişiler ile özdeşleşir ve böylece dünya ruhunun –Hegel buna ‘Weltgeist’ demiştir- gerçekleşmesi sağlanır.

Hegel’e göre her şey nous idi ve nous her şey idi. Bu durumda her varlık tanrısaldır. Devlet ise yine Hegel’e göre insan özgürlüğünün gerçekleşmesidir. Devleti oluşturan yapı ise ahlâktır. Devletin yapısı etik olduğu için devlet anayasasız olmalıdır; fakat tanrısal ahlâkın gerçekleşmesi için belirli kurallar olmalıdır ve bu kurallar kanundur(tüzedir). Kanunların oluşması ile birlikte tek oluş ortaya çıkar. Bu duruma da Hegel Atina isminin iki anlamı olduğu şeklinde örneklendiriyor. İlk anlamı siyasi yapılar bütünü; ikincisi ise Halkın Ruhu. Halkın Ruhu’nun oluşması ise Dünya Tarihi’nde tanrısalın sergilenmesi şekline gelecektir. Halkın Ruhu ise halkın içinde yer alan Tek Birey aracılığı ile tarih sahnesinde ortaya çıkar. Bu duruma şöyle bir örnek verilebilir: Caesar gibi Napoleon Bonaparte gibi karakterler de tinin amacını gerçekleştirmek üzere kullandıkları araçlardır. Bu kişilerin karakteristik özellikleri o anda dünya tininin istencini oluşturacak özelliklerdir ve tin bu kişilerin araç olarak kullanarak onların bayrakları altında sıradan insanların toplanmasını sağlar. Burada Hegel’in demeye çalıştığı aslında şudur: Marcus Junius Brutus, Roma’nın imparatorluk sürecine girmesini önlemek için Gaius Iulius Caesar’a suikast girişiminde bulundu ve bunda başarı sağladı. Öte yandan, Brutus ve yandaşları, biri Caesar’ın öz yeğeni ve manevi oğlu olan Octavianus ve yine Caesar’ın has adamı olan Marcus Antonius önderliğindeki üçlü yönetime(triumvirate) yenildiler. Bu sürecin ardından Octavianus Augustus, yani imparator, oldu; Brutus ismi ise bir hain olarak kaldı. Brutus gibi karakterler her ne kadar tutkulu da olsalar, bu tutkuların tözün gelişimini engelleyecek kapasitede değildir. Caesar’ın öldürülmesi Brutus ve grubunun tutkusu dahilinde gerçekleşmiştir şüphesiz, ama ardından gelen süreç Roma Senatosu’nun yetkilerini arttırmadı; tam aksine imparatorluğa giden süreci başlattı. İşte bu durumu Hegel “Tarihin Aklı” olarak adlandırır.

Kaynakça:
-Tarihte Akıl, G.W.F Hegel, Kabalcı Yayınları, Üçüncü Basım, Mayıs 2011.
-Hegel Felsefesine Giriş, Alexandre Kojeve, Yapı Kredi Yayınları.
– Hegel Sisteminde Tarih Felsefesi, Betimleyici-Eleştirel Bir Giriş, Prof.Dr. Ömer Naci Soykan.
-http://dusuncetarihi.com/makale/tarih-felsefesi-uezerine-dersler
-http://www.seneraksu.com/sener/default.asp?part=tfelsefe&islem=oku&id=97
-http://www.toplumdusmani.net/modules/wfsection/article.php?articleid=972