Ortaçağ Üzerine III

Dies Irae eskatolojik bir ilahi olup Mozart, Verdi, Stravinski gibi pek çok bestekârı etkilemiş, Umberto Eco gibi Ortaçağ ile ilgili yazarların oluşturdukları eserlerde motif olarak kullanılmış(örneğin Adso’nun ilginç rüyalar gördüğü bölüm) ya da Ortaçağ’da salgın günlerini anlatan eserlere -misalen Boccaccio’nun Decameron’u- konu olmuşlar, Ingmar Bergman gibi yönetmenler de bu ilahiden filmlerinde faydalanmışlardır.

Büyük Veba Salgını ya da diğer bir deyişle Kara Ölüm 1347-1351 yılları arasında Avrupa’da milyonlarca insanın-tahmini 75 ile 200 milyon arasında- ölümüne neden olmuş, azalan iş gücü sebebiyle pek çok icadın önünü açmış, dini açıdan radikal fraksiyonlar doğurmuş(üstteki videoda bulunan Flagellantlar gibi), genel olarak Yahudilerin, dilencilerin ve cüzzamlıların katledilmesine yol açmış salgındır.

Orta Çağ esnasında ortaya çıkan Katolik kökenli radikal bir grup vardı, Flagellantlar. Hazır Flagellant demişken şunu da ekleyelim, Attila’nın Latince lakabı Flagellum Dei idi yani Tanrı’nın Kırbacı(Cezası/Cezalandırıcısı). Her neyse Flagellant hareketi, yani kişinin kendisini kırbaçlayıp acı çekerek arındığına inanması Eski Mısır ve Yunan’da bilinen bir tapınma biçimidir. Büyük Veba Salgını esnasında acı çekerek arınılacağına yönelik inanç geniş kitlelere yayılmış özellikle Almanya’da binlerce insanı peşlerinden sürüklemişlerdir. Hareket ilk başladığı esnada bir şehirde en fazla bir gün kalmakta idi ve sürekli olarak şehirden şehre seyahat etmekteydiler. Tabii ki bu durum bir zaman sonra vebanın diğer şehirlere de yayılmasına neden oldu ve gerek feodal beyler gerekse kilise tarafından düşman ilan edildiler. Flagellant liderlerinden biri, Konrad Schmidt, 1369 senesinde 1250 yılında ölmüş olan Kutsal Roma İmparatoru II.Friedrich von Hohenstaufen’ı dirileceğini ve böylelikle Sosyal Adalet Çağı‘nın başlayacağını iddia etti; 1368 senesinde kilise tarafından heretik ilan edilip yakılarak infazı gerçekleşti. Schmidt’in düşüncesi şu açıdan ilginç: Dağların Kralı, Dağda Uyuyan Kral gibi isimlere sahip olan Kyffhäuser Miti. Bu mitten daha önce, biraz yüzeysel de olsa, Ortaçağ Üzerine II isimli yazımda bahsetmiştim, oradan alıntılayacak olursam:

Kutsal Roma İmpatorluğu Ortaçağ’daki gücünü yitirdikten sonra Alman söylencelerinde yeni bir imparator düşlenmiştir; bu imparator uzun ve gür kızıl sakallara sahip son derece güçlü ve bilge biridir. Dağın tepesinde, ki bu dağ Kyffhäuser dağıdır, uzun ama çok uzun süreli bir uykuya yatmıştır. Hikayedeki kızıl sakal ve güç motifleri kimilerine göre “Kızıl Sakallı” lakaplı Friedrich Barbarossa’yı, bilgelik ise III.Innocent tarafından yetiştirilen tıpkı Friedrich Barbarossa gibi Hohenstaufen Hanedanlığı’ndan olan II.Friedrich’i çağrıştırabilir.

Söylence ile ilgili 1817 yılında Friedrich Rückert tarafından yazılmış esere bakarsak:

Er ist niemals gestorben, (O asla ölmedi,)
er lebt darin noch jetzt;
er hat im Schloss verborgen  (Şu anda şatosunda yaşıyor)
zum Schlaf sich hingesetzt. (uyumak için saklanıyor)

Acı çekerek arınmaya dönük olan Flagellant Hareketi zamanla karşıdaki kişilere de acı çektirmeye başladı. Kara Ölüm’ün sorumlusu olarak gösterilen Yahudiler Flagellantlar tarafından katliama uğratıldı. Kimi söylentilere göre Yahudiler vebadan ölen insanları kuyulara atıyorlarmış. Fısıltılar zamanla harekete dönüştü, katliam ise kaçınılmaz oldu; örneğin Strasbourg’da 900 Yahudi 1349 senesinin Sevgililer Günü’nde diri diri yakıldı. Strasbourg Pogromu’nun bir ilginç yanı da şudur: Yahudiler halktan ziyade soylular tarafından savunulmakta idi ve soylular Papa VI.Clement’den Yahudilerin masumluğuna dair 1348 senesinde belge almışlardı, belge basitçe şöyle idi: “Kim ki Yahudilerin kuyuları zehirlediğine inanır, o şeytan tarafından baştan çıkarılmıştır.” Bir diğer ilginç nokta ise aynı devirde Avrupa’da Yahudilerin serbestçe yaşadığı bir ülke olan Polonya Krallığı büyük salgından en az etkilenen ülkedir, Milano Dükalığı ile birlikte. Polonya Krallığı sınırlarını kapatmış ve kimi kaynaklara göre temizliğe önem vermiştir. Salgın yayılmaya başladığı esnada Milano Dükalığı ise şehre giriş ve çıkışları yasaklamı, hastalık semptomlarını gösteren her evi içindekiler ile birlikte yakmıştır.

Katliamın etkileri ölümcül olduğu kadar yazımın başında belirttiğim gibi sanat anlamında da yapıcı olmuştur. Klasik bir örnek verecek olursak o da Totentanz (Ölülerin Dansı) isimli eserdir, bu eser Dies Irae ilahisine yapılan bir yorumdur; Liszt, Bela Bartok, Rachmaninoff gibi bestekarlar tarafından yorumlanmış olan alegorik eserdir. Bu eser, basitçe söylemek gerekirse, ölümün kişinin hayatındaki statüsü fark etmeksizin herkes için eşit olacağı vurgusuna dayanır. Eserin ilk yazılı basımlarından birinden şöyle geçer:

“Wer war der Thor, wer Weiser?” (Kim ahmak, kim bilge?)
“Wer Bettler oder Kaiser?” (Kim dilenci, kim imparator?)
“Ob Arm, ob Reich, im Tode gleich.” (Fark etmez zengin ya da fakir, ölüm herkes için eşit)

Yorum bırakın