Yolcuların balık istifi bir şekilde bindiği füniküler devinimine başlarken doğanın bir yasası olan eylemsizlik ilkesinden ötürü kimileri çevresindeki insanlar ile fiziksel ve nadiren de olsa sözlü münasebetler için giriyorlar ve bu tarz çetrefilli, kısa ve konforsuz seyahatlerinde beraber yola çıktıkları yoldaşlarının çarpık konumlarından ötürü onlara ve bilinçaltından kendilerine de öz eleştiri de bulunuyorlardı. Bu esnada Hasan güvensizce tutunmuş olduğu barı bırakmış olmasına rağmen denge problemi yaşamıyordu; çünkü fiziksel dengesi mükemmele yakındı ve bunun nedeni çocukluğunda ona alınan dışı mavi renkli plastikten, içi ise yünlü olan botlarının altındaki yüzey alanını arttırmak için yapılan garip şekilli lastik kısmı keserek buzda bol bol kaymasıydı. Buz üzerinde çok rahat ayakta durabilen Hasan insanlar ile ilişkilerini ise bir penguenin tekinsiz edasıyla paytak paytak yürütürdü. Fünikülere doğru yürürken Hasan’ın mp3’ündeÖzdemir Erdoğan’ın Gurbet parçası çalıyordu ki o esnada Hasan büyükşehire ilk geldiği ve metroyla ilk yolculuk yapacağı anı hatırlayarak ister istemez tebessüm etmişti. Aradan geçen seneler içinde Hasan geldiği yeri unutamayarak sıla hasreti çekmiş, sonra ondan nefret etmiş ve ondan nefret ederken underground müziklere giriş yapmış, sonra ona tekrar özlem duymuştu. Fünikülere adım attığı sırada ise “Eleni Karaindrou’nun Young Man’s Theme!” şarkısı çalıyordu. Bu şarkıya kadar daha önce söylediğimiz gibi Hasan the rockçı, Hasan da rapper, Hasan the metalci, türkücü Hasan, sufi Hasan, enstrümantal Hasan olmuştu; ne kadınlar sevmişti, ama onlar ne yazık ki olmamıştı. Onların yokluklarında bazen çok kitap okumuş, bol bol film izlemiş ve bu sayede kültürel açıdan gelişmiş; bazen ise -bu bazenler pek sık ve nadir idi- mensubu olduğu küçük, fakat ortak paydası geniş olan topluluk tarafından benimsenmek için içten içe koyun sürüsü olarak gördüğü ve yine oraya ait olduğu toplulukta sivrilmek için siyasette uç noktalara kayarak -gençliğin getirdiği heyecanı da varsayarsak- eylem adamı olmaya çalışmıştı. Kimi zamanlarda ise marka hissiyatına takılmış ve üstüne çeki düzen vermeye girişmiş, karşı cinsle ilişkilerinde başarısız olduğu anlarda yeniden racon adamı olmuştu; bu sefer üzerinde komik çizimlerin ve sözlerin ve resimlerin olduğu Şile bezinden yapılma kıyafetleri bırakmış ve önceden gelen marka tutkusunun da etkisiyle birlikte klasik giyinmeye başlamıştı. İnsan gözü tek bir noktaya bakar, fakat pek çok şeyi görür. Pek çok yolcu gibi boşluğun ihtişamına kapılan ve ona bakan Hasan, Elifcan ile Canberk’i görünce aklından keşke bütün olmak için parça olmak gerekir, keşke bir parça olsam ve böylece bütünü oluştursam şeklinde bir düşünce geçirmedi o anda, karşı tarafa ilk adımı attığı an geldi. İlk adım attığı yer cebiri ve hendeseyi ve hikmeti ve dirim bilimini ve teolojiyi ve geri kalanlarını bilmesi gereken, tahtadan zemini yürüdükçe gıcırdayan -fakat o anda Hasan gıcırdamayı duymuyor, adeta örs ile çekiç arasında kalan kalbinin üzengi üzerindeki tekinsiz ve panik dolu sesinin uğultusuna kaptırmıştı kendisini- yerdi. İşinin rast gitmemesine Hasan başlarda isyan etmiş, sonra zamanla alışmış, ardından kabullenmiş ve bir zaman sonra umursamamaya başlamıştı ki bu durumdan memnun bile sayılırdı; çünkü ona göre ayrılık olmadan hasretin tadı yoktu ve bu yol ayrımı uzun yıllar boyunca fizikte ve matematikte birbirine paralel doğruların sonsuzda birleşmelerine taş çıkarırcasına, inadına kaynaşmayacaktı.
Yolculuk başlarken Canberk kendi zekasından gurur duyuyor, planının tıkır tıkır işlemesini tıpkı profesyonel bir satranç oyuncusunun amatör rakibiyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamasına bağlıyor; fakat bu esnada önünde dikilen adamın koltuk altından görebildiği güzel kızla kesişmeyi de ihmal etmiyordu. Büyükşehirde şehirleşmesini üçüncü nesle aktarabilen bir ailenin çocuğuydu kendisi. Gerek ailesinden gelen özellikler gerekse küçüklüğünden itibaren aynı şehirde yaşadığı için şehre adaptasyon sorunu çekmemiş, değişen trendi takip edebilmiş, yeri gelmiş gotik, yeri gelmiş punk olmuştu -emoluk müessesine adım atmamıştı bu arada- , özet geçmek gerekirse kendisi bir şekilde her devrin adamı olmayı becermişti. Melankolik zamanlarında sosyalleşmek için asosyalleşirdi, ve bu asosyalleşme işlemi bilgisayar sayesinde gerçekleşirdi. Her devrin adamı olmasından mütevelli popüler kültür açısından karakteri incelenirse karşı cinsin gözünde kültürlü sayılabilecek bir kişiydi. Sosyalleşirken eş zamanlı bir şekilde asosyalleştiği zamanlarda facebook’ta profilini düzenlemek başlıca aktivitelerinden biriydi ve profilini düzenlerken favori filmlerine ‘Eternal Sunshine of the Spotless Mind’, ‘Donnie Darko’, ‘ Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain’ vs gibi yabancı filmleri ‘İncir Reçeli’, ‘Issız Adam’ tarzı yerli filmleri eklemişti, dizilerine ise o zamanlar ne moda ise onu eklemeyi unutmamıştı-en son ‘Fringe’ dizisini eklemişti, yerli diziler ona göre iğrençtiler- ; aynı zamanda tuttuğu takımlar kısmını düzenlemeyerek kahvehane ortamlarında bol bol bahsi geçen futbol muhabbetlerine uzak olduğunu, yani düz insan olarak düşündüğü kahvehane insanı olmadığını bir bakımı tanıdıklarına göstermiş olduğunu düşünürdü. Sevdiği sporcular kısmına pek fazla bilinmeyen sporların kulaktan dolma bilgiyle öğrendiği başarılı sporcularının isimlerini yazarak spordan anladığını da bir bakıma belirtmiş olurdu. Öte yandan, babasından ve amcalarından dolayı tuttuğu takımın maç özetlerini gizliden gizliye izler, bu anlarda internet kotasını aşıp aşmadığını umursamazdı, takım kötü bir sonuç aldığında banko federasyon ve hakemleri, plase teknik direktörü, sürpriz olarak da oyuncuları eleştirirdi . Yine düz adam olarak gördüğü arkadaşları ile karşılaştığında ve konu futboldan açıldığı anlarda ise bildiği -daha doğrusu duyduğu- şeylerden bahsederdi; misalen o sadece koşuyor, bu biraz daha teknik gibi örneklemelerdi bunlar. Meşgul bir insan olduğu için kitap okumaya pek fazla zaman ayırmazdı, yine de ‘The Secret’ ,’Ferrarisini Satan Bilge’ gibi kitapları okumuş ve son derece beğenmişti. Ona göre içsel gelişim ve ruhani arınma dağın başında, yabandomuzlarının ve camışların kirletmediği küçük bir şelaleye sahip olan kurbağalı derelerde gerçekleşebilirdi. Müzik alanında ise her devrin adamı olduğu için –Dido’dan sonraki evreden itibaren başlayacaksak eğer- metalci eskisiydi, yeni teknocu ve elektroculardandı; gençliğinde ise anarşist-protest-saykodelik müziklere bayılırdı. Geçtiğimiz günlerde kotayı geçmemek için arkadaşının duvarında gördüğü şarkının linkini paylaşım yazısı gözükmesin diye kopyala yapıştır yaparak profilinde paylaşmıştı ve bir kaç kişi beğenmişti, o da içten içe müzikten anladığını düşünerek böbürlenmişti. Bu video paylaşımı entelektüel bir arkadaşı olan ve klasik müziğe tapan Bora’nın gözünden kaçmamıştı ve o, Bora, Canberk hakkında popüler kültür yalakası gibi şeyler düşünmüştü; öte yandan Bora’nın akıl erdiremediği mesele klasik müziğinde bir devrin üst tabakasında popüler müziği olduğuydu. Her şeye rağmen Bora’nın kendince bir duruşu vardı, onun duruşu amiyane tabirle kendini karşıtı üzerinden tanımlamaktı. Bora kendini karşıtı üzerinden tanımladığı için girdiği tartışmalar bir zaman sonra kısır döngüye dönüşürdü, bu döngü bir çembere benzerdi. Çember doğası gereği başlangıç ve bitiş noktalarına sahip değildir. İşte bu yüzden envai tartışmada Bora çemberden ötürü bir karşıt görüş oluşturabiliyordu ki bu sayede tartışma konusundan çok sapmasına rağmen daima haklı olduğunu düşünürdü.
Yolculuk başlarken Elifcan ise dalgın Hasan’ın bakışlarını üzerinde hissetmiş olacak ki ona baktı ve onun irli sakallarından, bakımsız saçlarından, siyah deri ceketi, açık renk pantolonu ve pantolonunun zıt rengi gömleğinden, boynundaki taraftar atkısından iğrenti duydu. Elifcan’a göre bu tarz insanlar genellikle hayata karşı bir duruşu olmayan, cahil ve bu cehaletin getirdiği bir sonuç olarak her düşündüklerinin doğru olduğu şeklinde saçma bir sava sahip olan insanlardı; çünkü onlar okumamışlıklarıyla övünür ve hayatı okuduklarını iddia ettikleri için kıvanç duyarlardı. Yolculuk neyse ki kısa sürecekti, bu sayede Elifcan Hasan gibi alt tabakaya mensup, müptezel kılıklı, birey olmayı becerememiş bir kimseyle aynı havayı solumak zorunda kalmayacaktı. Hasan’a bakarken Elifcan’ın aklına eskiden ona aşık olduğunu iddia eden, karşı cinsle konuşmaktan aciz, ciddi ve kendinden emin yapması gereken konuşmayı kısa kesen, o devirdeki kankası Sudenaz ile bol bol dedikodusunu yapıp güldüğü, fırsat buldukça ortak arkadaşlarına rezil etmeye çalıştığı, hödük diye nitelendirdiği Ahmet geldi -Ahmet, Berkecan’ın rakibiydi ve daha sonra Elifcan ile Berkecan’ın dilden dile geçen fırtınalı, fakat kıskanılan beraberliği başlayacaktı- ; fakat geldiği gibi gitti, çünkü Canberk ona bir şeyler fısıldıyordu ve Elifcan da onun gözlerine bakmıştı tekrar. Elifcan’ın Canberk’in yaptığı plandan haberi yoktu, fakat kendine dair bir planı vardı. Geçenlerde yeni kankası Nilgün ona bir kıyafet göstermişti, o kıyafetten alması ve nasıl ki kozmetik ürünlerinin fiyatını annesine kitlemeyi başarmışsa aynı şekilde sevgilisi Canberk’e kitlemesi gerekiyordu. Bu kıyafet ve türevleri metro güzergâhından ulaşılabilen alışveriş merkezlerinden bazılarında satılıyordu. Elifcan’a fünikülere kadar yürümek teklif edilince fünikülerden inip metroya binerek alışveriş merkezlerinden birine gitmenin aşkına güzel bir sürpriz olacağını düşünmüştü, hem belki alışverişin ardından bulundukları yer olan alışveriş merkezini terk etmeyerek aşkıyla birlikte kalabalığın içindeki yalnızları oynayarak baş başa yemek yerler ve kahve içerlerdi. Ona göre insanların sevgilerini göstermelerinin önemli yollarından biri metaydı, çünkü meta gibi değerli bir varlığı onun için harcayabilecek kişi ona aşıktır demekti. Yine de her şey onun için meta demek değildi, el ele tutuşarak bir yolda yürümek, bir simidi vapurda üçe bölerek yemek -biri kendisine, biri aşkına, üçüncüsü ise martılara- de sevgi dolu ifadelerdi; yine de paylaşım olarak değerlendirdiği hediyelerin yerini tutmazdı. Elifcan için sevgi paylaşım demekti, el ele tutuşmak da bir paylaşımdı; fakat bir zaman sonra biyolojik olarak eller terler ve birbirinden ayrılırdı. Ortak paydalarda buluşarak aynı konular hakkında saatlerce ve saatlerce konuşmak, aynı filmleri ve dizileri izleyerek onların hakkında konuşmak, sevmediği kişilerin dedikodusunu yaparak konuşmak, pek çok şeyi konuşmaktı. Sadece paylaşmak değil, aslında konuşmaktı onun için sevginin anlamı, çünkü bir nebze de gevezeydi kendisi; ama ona göre kendisi yerinde ve zamanında konuşan örnek bir insandı. Biraz deli doluydu, karşı tarafın ne yapacağından ya da yapmak istediğinden ziyade onun yaptıklarına nasıl tepki vereceklerini daha çok merak ederdi; çünkü ona göre bir insanın kişiliğini yetenekleri değil tercihleri gösterirdi. Karşı tarafın tercihlerine göre hareket ederdi, bazen fast foodlarda bazen ise evinde annesinin yaptığı köfte-patatesi yemeyi severdi; hayat felsefesi ne kadar köfte o kadar ekmek idi. Kötü niyetli değil, fakat kötü düşünmeye meyilli; içten pazarlıklı olmayan, fakat dünyayı kendi çevresinde dönüyor zannettiği için öyle olduğu zannedilen biriydi. Fünikülere binmeden önce twitter’dan @Kæßæ+æ$ w/@$kIm söz grubunu tabii ki yazmış, cümle aleme erkek arkadaşıyla beraber pasolarıyla birlikte paso gezdiklerini göstermişti.
Füniküler yola çıkıyor ve duruyor. Balık istifi dizilmiş yolcular eylemsizlik kanunundan muzdaripler. Eylemsizlik ilkesinin temeli nesnenin vaziyetini neredeyse anaç bir biçimde koruma ve kollama olduğu için bir zaman sonra yolcular vaziyetlerini kaybetmemek için kendi içlerine odaklanıyorlar ve bu odaklanma ile birlikte yolculuğun bitimine doğru insanın doğduğu an olan anne karnından ayrılması ile başlayan ayrılık sürecinin bir benzeri olan kısa süreli seyahat aşkları, karşılıklı kesişmeler ve bakışmaları bitiyor, yolcular bilinçsiz bir şekilde yeni doğum anını yaşıyor yeni yolculuklara çıktıklarının farkında olmaksızın önlerindeki yaşama bir adım daha atıyorlardı. Nasıl ki her doğum kopma ve ayrılmadan kaynaklanan bir yolculuk ise yola çıkan yolcularda yolun karakterini kazanıyorlardı, yol her ne kadar kısa da olsa.